4 Kasım 2012 Pazar

heyula


Şu heyula gibi dönen seyyareler ne tuhaf değil mi sevgilim?
Gökyüzü büyük bir lokmayı yutar gibi olur bazen.
Kakuleli bir kahve bile yetmez sindirmeye,
Ve en karasında kışın, bütün kediler 
Dışarıda kalır...

Şu heyula gibi dönen seyyareler diyorum sevgilim,
Ne tuhaflar değil mi? Ha?
Yeryüzü küçük bir tüyden hapşırmaya başlar bazen.
Şekersiz içilir bütün çaylar, limonsuz gelir ıhlamur..
Ve en ortasında yağmurun, bütün küçük çocuklar
Eve dönemezler...

Sevgilim, şu seyyareler diyorum, tuhaflar, hem de çok!
Sence de öyle değil mi?
Yerin altına süpürülür, üzerindeki bütün günahlar, bazen.
Gözlerini en büyüğünden açıp kendine şaşırır insan,
Ve en kızgınında güneşin, bütün Mecnun'lar
Susuz kalır..

Şu heyula gibi dönen seyyareler ne tuhaf değil mi sevgilim?
Değil mi sence de öyle? 
Ha?
Sevgi-
lim?


23 Haziran 2012 Cumartesi

üfle sonra ye!





Çocukken çok kontrol edilme durumuyla karşı olduğumuzdandı herhalde, yere düşen ekmek, cips, vs. yedirilmezdi. Ağzına götürürken, senin normal şartlar altında diz kapaklarını görebildiğin biri, sana "yeme onu, mikroplu o!" derdi. 


Sen de önceleri o diz kapağına veriyordun elindeki şeyi. Ama sonra baktın ki Tofitalar da düşebiliyo yere. Hiç atılır mı Tofita çöpe! Direndin, vermemek üzere, ağladın, bağırdın belki. Karşı taraf da direndi. O ısrar ettikçe sen daha çok kızardın, bozardın; sonunda bir orta yol bulundu. Diz kapağı: "Üfle de öyle ye bari!" dedi. 






Artık yere düşen şeyi üflemeye başladın. Söz konusu ekmek ise bi de; öpüp, kafa atman gerekiyordu. Sonra bi daha ve bi daha...


Sonra anladın. Yani hakikaten de bazen sadece üfleyince geçiverir. Ama bazen de fark ettin, öyle yerlere düşüyor ki, yenmez ki o. Tadı değişir, kokusu değişir. Dedim ya bazen üfleyince geçiverir, o büyük velveleleri koparmaya hiç mi hiç gerek yoktur. Bu ikisini ayırt etmek ise durumlara, yorumlara, kısacası tecrübelere kalmış.


Uzun zaman oldu benim için, üfleyince geçiveriyor. Yerleri temiz tutmak ve bildiğin yerlerde dolaşmak güzel. Bi de yerler kirli herkese inanmamak lazım gibi, bi parmağını sürt şöyle bi!


Bu arada diz kapağı, ben hep Tofitaların yanındayım, bilmiş ol! 




20 Nisan 2012 Cuma

iki mum, tek dilek


Aslında söyleyecek pek fazla bişiyim yok. 
Tıpkı o'na söyleyemeyeceklerim gibi...


Sadece şarkıyı huşu içinde dinlemeyi seviyorum. 
Hüzünle karışık bir hazza, gülümsemeyle karışık bir göz doluluğuna hitap etmesine kapılıyorum.


İsminden dolayı mistik hayaller kuruyorum.
Minimalliğine rağmen çok şey anlatmasına bakakalıyorum.
Görüntülerin sadeliğinin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.


Aslında söyleyecek pek fazla şeyim var.
Tıpkı o'na söyleyeceklerim gibi...


23 Mart 2012 Cuma

kare battaniye, kopuk gitar teli, vs.



Döndürüp döndürüp ayağını yettiremediği battaniye sebebi olur insanın. Uzun tarafı bulmak için en kral pizzacıdan daha iyi hamur çevirecek kıvama gelirsiniz. Bütün bu uğraşlar sonunda battaniyenin kare olduğunu anlamanız ise kalkıp başka bir battaniye almanıza yada ayaklarınızı içeri çekerek yatmanıza neden olacaktır.


Bunun gibi şeyleri takıyorum bu aralar kafama. Mesela şu kapının arkasına takılan ve bizim bişiy asmamız için dizayn edilmiş şey var ya (askı diyebiliriz belki ona), aylardır orada duran şeyler var. Bir atkı, bi kemer, bi de baharda giyilebilecek bi hırka, bi de 'cart kırmızı' bi renkte ve ilkokul beden derslerimizden alışık olduğumuz bi eşofman üstü... Hiç biri benim değil, biri giymiş zamanında ve asmış. Büyük ihtimal üşenmiş başka bi yere koymaya. Yıllarca orada duracakları felan aklıma geliyo, niye oraya koyulmuş yada niye oradan alınmıyo ki?


Bi de şeye kılım arkadaş! Gitar çalarken çok gaza geliyorum bazen. Ne biliyim işte, sözlerken böyle burun sızlaması, sesin çatallı titremesi vs... Ben de gayri ihtiyari tellere vururken abanıyorum. İşte o abanma sırasında tel kopmuyo mu, içim gidiyo. En heyecanlı yerinde olur mu bu?




Bundan başka bi de, bi türlü kaynamayan türk kahvesi, göz kırpmalı yanan ampul, kırık kapı kolu, soğuk hava sızdıran pencere, çalışmayan uzaktan kumanda, sıcak-soğuğu ayarlanmayan duş 'telefonu', bastığında bitmiş olduğunu anladığın sıvı sabun kabı, kıçına batan yatak yayı, beklenmedik yerde şarjı biten laptop/cep telefonu, gibi gibi...


Bu kadar sinir bozucu şeyle bir arada yaşamak insana zaten kendiliğinden sıkıntı verir diye düşündüm şu an. Sürekli ters giden bişiyler var. Olması gerekenin dışına çıkan şeyler... Dışarı çıkıldığında ise zaten hiç saymayayım, yarım saattir dopdolu geçen dolmuşa binme zorunluluğun diyeyim mesela, sen anla...

Bilinçaltı yada işte diğer psikolojik öğelerle açıklamak isterdim bunu. Ama bilmiyorum. Ancak hissediyorum, sürekli bi memnuniyetsizlik hakim gün içinde, küçük/büyük şeylerden kaynaklı. Beyinde biriken bir sürü ufak toz zerreciği hayal ediyorum. Onların topak haline gelip, beynin keyifli yerlerini tıkadığı vs aklıma geliyor hatta.


Bu kadar eksiklik/gerginlik/memnuniyetsizlik/olmamışlığın içinde; böyle keyfi yerinde biri olmak zor sanki?







6 Şubat 2012 Pazartesi

belki de hepsi bu...


iliştirdiler seni kalbime ataçla, 
belki de zamkla...
şimdi sen ezilme diye
her sabah,
sağ yanımdan kalkıyorum...

24 Ocak 2012 Salı

bakış.


Aslında sadece, tesadüf eseri arka arkaya denk geldiğim ve ziyadesiyle etkilendiğim bu iki resmi paylaşıp bırakmak istemiştim.

Bazen tek bir bakıştan koca anlamlar çıkabiliyor. Bana şarkı gibi geldi bakışları, daha doğrusu bi albüm kapağı gibi. Sonra düşündüm ki Explosions in the Sky'ın "Earth is Not a Cold Dead Place" albümünü mırıldanırken soldaki çocuk, sağdaki de Mogwai'den "Come On Die Young" ı dinlesin. Biz de Post-Rock eşliğinde düşüncelere dalalım, hikayeler yazalım...*

* kendime de dipnot düşerimhttp://barcodedsenses.blogspot.com/2010/12/durum-filmleri-post-rock-postmodern.html





8 Ocak 2012 Pazar

Yıkıcı-Yaratım




"Sıkıntı hayatın esasıdır ve biz oyunun,eğlencelerin, romanların ve aşkın keşfedilmesini yalnız sıkıntıya borçluyuz." Miguel de Unamuno


Sınav dönemlerinde çok olur, böyle can sıkıntısı çöker göğsünüze bi yerlere. Ne b.k yicem ben gibisinden. Sonra sürekli ertelersiniz çalışmayı kendinize işler icat edersiniz. Hiç toplamadığınız odanızı toplamak, pazara gitmek yada kitaplarınızı düzenlemeye kalkmak gibi.

Sonra bi not görürsünüz bi kitabın içinde yıllar önce iliştirdiğiniz: "Düşün ki bi yıldızlar ve bi de sen. Ama ne kadar çok sıkılırdın di mi bi süre sonra? Normal gibi geliyo dimi sıkılabilme ihtimalin, karşında yıldızlar bile olsa."  

Karşında yıldızlar varken bile sıkılıyorsan ve hayatta ulaşılmaz diye konumlandırdığın her şey, aslında kafan yarattığın/büyüttüğün şeylerse; hayaller niye var ve bizi bu kadar gaza getiriyor ki? diye aklıma gelir her türlü o zaman. Düşündüm de 5 sene önce sorsalardı bana, gerçekten şu halde olduğum için mutluluk duyardım. Ama şimdi "what's next?" gibi bi ruh halindeyim. Hadi en olmadı 'nası daha iyi halde olurum' diye düşünüyorum ve bi şekilde içime -az yada çok- dert olmakta bunlar.


Kişisel olarak 'dertli' hallerimde film izliyorum mesela yada işte bi müzik açıyorum. Sonra eğer modumdaysam bişiyler karalıyorum. Bi bakıyorum o sıkıntı kendinden çıkmış, çok başka şeylerin senaristi ve yönetmeni olarak koltuğa oturuvermiş. Beste olup çıkmış, bi satır olup doğuvermiş.

Hep o en dertli sınavlar, gerçekten dert ediyosan eğer, güzel geçmiştir.

Sıkıntı dediğimiz hadise hiç bi zaman için geçmeyecek. Ama sırf dünya müzikten, sinemadan, şiirden mahrum kalıp daha sıkıcı bi yer olmasın diye...