24 Kasım 2011 Perşembe

atmosferde bir gün




Sevgili blog, sevimli zamanlar yaşıyorum...

Atmosferi katman katman geçince yerçekiminin iyice azaldığı bi noktada dolaşıyo gibiyim.

Artık kısa değil uzun cümleler kuruyorum ister istemez. Dilimin ucunda kelimeler sıraya geçmiş ama daha önce çıkabilmek için yarışıyorlar gibi, ben ayıklarken seçmekte zorlanıyorum. Ama hepsini birden çıkartmaya kalksam, önümde bir 'yığın' görmüş olacağım. O kadar güzel kelime anlamsızca harcanacak gibi geliyor.

"Yabancı"lık mevzunu sorguluyorum biraz. Kime göre yabancı? Bazı insanları gördüğünüzde, iki muhabbet ettiğinizde sanki yıllardır görüşüyormuş, üslubuna yıllardır aşinaymış gibi olursunuz ya; daha önce düet yapmışsınızdır onlarca şarkıda ama artık beste yapmaya kalkışmışsınızdır şimdi sanki.

Esin kaynağı olur Pearl Jam'den "Thin Air" yada Shara Worden'ın iç yakıcı bi nağmesi; 30sc to Mars'ın film gibi klipleri yada herhangi bi postrock şarkısının tırmanan yapısı...

Atmosferin katmanlarında ilerliyorum ama ileriki bi katmana adım atarken de korkmuyorum. Sanki gitmişim bu yolları yada tanıyorum işte yabancı değil. Kafamda/hayallerimde yürümüşüm...

Atmosferin katmanlarında ilerliyorum ama dünyaya doğru kafamı çevirdiğimde ince bi gülümseme alıyo beni. Uzaklaştım diye nası dönücem gibi bi telaşım yok, dönmek istiyo muyum hiç bilmiyorum...

Atmosferin katmanlarında ilerliyorum ve bu yolculukta yanımda şiir okuyan, şarkı söyleyen, resim çizen, heykel yapan, fotoğraf çeken çok "tanıdık" bi yüz görüyorum. Bakıyorum ki o da dolu gözlerle bakıyor bana. Ağzının köşelerinden uçlarını gördüğüm kelimeleri var onun da. Bu kelimelerle yapsak ya bestemizi diyorum?

İnce ince gülümsüyor...

12 Kasım 2011 Cumartesi

"bedavaya öğle yemeği yoktur."




Şimdi efenim, uzun süredir yüzüne bakmadığım ama ikidebir karşıma çıkmış bi bilim dalı bu iktisat. Derslerde, KPSS denen o züttürücüde felan hep karşıma çıkacaktı ama ben kaçtım hep. Kaçtıkça da kovaladı.

Bi sebepten ötürü çalışmak zorunda kaldım kendisini. Karşıma çıkan ilk özlü söz: "bedavaya öğle yemeği yoktur." oldu. Her seçiş bi vazgeçiştir geyiği kısaca. Biri size yemek ısmarlasa bile kaybettiğiniz şey zamanınızdır ve yahut o sırada televizyon izlemeyi yada müzik dinlemeyi değil yemek yemeyi tercih etmişsinizdir örneğin...

Sonra bu muhabbet düşünmeye sevk ederken beni, hep bi kaybedişle dolu olduğumuzu çarptı suratıma. Zevk alsak hoşnut kalsak da mevcut durumdan, hep itmek, uzaklaşmak olduğumuz bişiy olacak, iyi ya da kötü...

Ama bi yandan da şöyle olacak: Tam olarak kaybetmenin yada kazanmanın ne olduğunu anlayamadığımız bi durumla karşı karşıya kalacağız. Çünkü galip geldiğimizi sandığımızı her anda bi mağlubiyet barınacak içimizde. Yada mağlup iken bile, bişiyleri kazanmış olacağız. Mesela yalnız kalmak, ölçüp-tartma yetisi, ders çıkarma, vs vs.

Şimdi bütün bunları niye geveliyorsun diye bi soru duyar gibiyim. Gölge Avcıları Kulübü isimli şaheservari eserde "Varlık'ın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yokluğu bilmiyoruz. Yokluğu düşünürken bile aklımızda sonu olmayan bi karanlık, havasız bi ortam gibi fotoğraf kareleri canlanmakta. Ama bu kareleri biliyoruz. Yani karanlığın yada nefes alamamanın nası bişiy olduğunu... Dolayısıyla yokluğun ne olduğunu tam olarak bilemeyeceğimiz için, varlıkla ilgili yorum yapamayız." gibi bi cümle geçmekteydi.

Kaybetmenin yada kazanmanın, mutlu olmanın yada hüzünlü olmanın ne demek olduğunu da; tam tersinin ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz için; hissedemeyiz tüm damarlarımızda.

Yaşam dediğimiz olgunun, herhangi bişiyi "tam olarak" hissedebilme çabasından ibaret olduğunu bu blogun bi yerlerine yazmamışsam eğer, şimdi yazmış olayım...




4 Kasım 2011 Cuma


Önünde duran boş yazı sayfasını açtı ve dakikalarca baktı. Bişiyler yazmak istermiş gibi hissediyordu. Ama tam olarak ne yazacağını bilemiyordu. Sanki gece yaratıklarından birileri başucuna oturmuş ve kulaklarına harfler fısıldıyordu. Ama o kadar kısık konuşuyorlardı ki, duymak için kendini kasıyordu. Bu kasma süresince boş boş bakılan kağıt bir fon gibiydi. Sonra bilinçli olup olmadığını tahmin edemediği bi şekilde "Mahrem" yazdı ve kapattı.

"Yeni Metin Belgesi (4) " ismini aldı isim vermediği dosya, şaşırdı. "Yeni Metin Belgesi" adlı dosyalara şöyle bir göz attı. Hepsinde tek kelime yazılıydı. Saklı, Açık, Suskun, Dil, Acı, Mahrem yazılıydı sırayla. Fısıltıyı duyacakmış gibi oldu, duyamadı...