18 Kasım 2010 Perşembe

sokak.



Bu ve bunun gibi pek çok sokağından geçtim, şehirde 3 saat boyunca yürürken.

Bi sözü hatırladım: "Sokaklarını gezmeden ve kadınıyla yada erkeğiyle yatmadan bir şehri anlayamazsın!"

Bütün köşebaşlarında, bahçelerde, dükkanlarda, mezarlıklarda farklı hikayeler olduğuna eminim. Ne de isterdim rastgele evlerden birine girip elde kameralarla televizyoncu numarası yapıp her şeyi öğrenmeyi. Sonra ise sağdan soldan topladığım ipuçlarıyla onlara hikayeler yazdım.

Nedense uydurduğum hikayelerin, onları daha fazla sevindireceğini düşündüm...

yeni başlayanlar için bayram


1) Bayramda bi ziyaretteyken, bu adam/kadın beni tanıyor ve bana adımla hitap ediyor da ben nasıl tanımıyorum? Peki ben şimdi nasıl seslenicem diyenlerdenseniz. Hemen şehirdeki bi değişiklik, futbol yada güncel siyaset ile ilgili bi sohbet çevirmeye çalışın, hitap cümlesi kullanmanıza gerek kalmaz ve başkaları da muhabbete dahil olur, böylece yırtarsanız.

2) Ziyaretine gittiğiniz teyze kendisinin baklavası geri çevrilince godzillaya dönüşüyorsa ama siz gırtlağınıza kadar baklava olmuşsanız. Yarım yada bir diş yiyeceksiniz kaçış yok, sonrası için ise bekleyeceksiniz. Bütün tabakların toplanması, suların gelmesi gitmesi sürecinde; tabağınızı bir şekilde araya sıkıştıracaksınız. Önemli uyarı! Sakın baştan yemek istemiyorum demeyin, bütün baklava dilimlerini bütün dikkatler üzerinizdeyken yemek zorunda kalırsınız. Hatta 'bi tabak daha ister misin' sorusundan dahi kaçamayabilirsiniz...

3) Kurban kesmeyen insanlardan en iyisinden "fakir", en kötüsünden "kafir" olarak bahseden akrabalarınız varsa, bi önerim yok, ortamdan uzaklaşın.

4) Bayram ziyaretine gittiğimizde zaten el öpüyoruz, bi de çıkarken de iyi bayramlar dilerken tekrar mı el öpücez diyenlerdenmisiniz?
Artık kalksak mı muhabbeti geçtiğinde hemen kapıya yönelin. Ayakkabımın bağcığı çok zor bağlanıyor 'numarası' yapın. Siz uzuun uzun bağlarken, kapıda belli bir yoğunluk olacak; montlar, ayakkabı çekçekleri, laflar, el öpmeler, 'selam söle'ler havada uçuşacaktır. Siz de bu kalabalık arasında bir delik bulup 'allaasmağladık, iyi bayramlar' diyince, kimse buna alınmayacaktır emin olun.

5) Uzun süredir görmediğiniz akrabalarınıza karşı sabırlı olun. Unutmayın ki 8 yıldır aynı iktidar, bilmemkaç yıldır aynı iş, aynı eş, aynı ev; onlar için değişen şeyler sayılı, bunlardan biri de sizin boyunuz ve üniversitede okuyor oluşunuz. Bence birilerinin dikkatini çekip böyle bi anekdot verebildiğiniz için mutlu olun (?!)

15 Kasım 2010 Pazartesi

genel.

Efenim vizeler bitti. Bayram dolayısıyla memlekete gelme seansını da tamamladık.

Bir gece yolculuğu yaptım. Yarı-uyur olduğum zamanları atarsam, biraz düşündüm genel olarak. Sonra "blogu çok boş bıraktın ulan!" dedim.

Valla sınav döneminde o kadar çok şey vardı ki aklımda, şimdi hiç birini net olarak hatırlamıyor olmak gerçekten hüzün verici...

Tesadüfleri sever olduğum, çok çalışmanın karşılığını göremediğim, az çalışmanın karşılığında şansımın faydasını gördüğüm bi sınav dönemi oldu.

Yolda biraz üşüdüm sanırım, dün bütün gün üşümek, ateşimin çıkması ve kusmak üçlemesi arasında geçti. Hiç yaşanmamış kabul edilebilir kolayca. Oysa ki daha KPDS denilen illete çalışacağım, günlerimin boşa geçmemesi lazım diğ mi?

Saçımı kestirdim sonra, aylar olmuştu, 4 ay felan kesin vardır belki de 5. Neden kestirmedin diye sorarsanız belli bi cevabı yok. Üşendim, memleketteki berberin muhabbetini daha çok seviyorum, para harcamak istemedim durup dururken gibi nedenler... Bu açıklamaları koyunca alt alta, kendimle ne kadar 'az' alakalı olduğum sonucunu çıkardım acımasızca.

Bi de bizim aile için önemli bi ferdim ben gerçekten. Otomatik neşe ve hüzün verebilme gibi bi yanımı iki gün arayla görmüş oldum...

Böyle işte, çok edebiyat kastırasım bi iki güzel şey söyleyesim yok, genel şeyler sevgili blog...

4 Kasım 2010 Perşembe

etrafı dinliyorum, alıcılarım açık!


Efenim, böyle oluyor insana işte, birisinin söylediği bir laf kulaklarınızda çınlayıp duruveriyor günler boyunca. Halbuki o insan bunu sadece geyik olsun, laf olsun, bi kelimeyi cümle içinde kullanmış olayım gibi nedenlerden dolayı söylemiş olabiliyor. Ama etkileniyorsunuz işte. O an için kafanızı kurcalayan şeylerden birine değiyor o cümleler, yada hoşunuza gidiveriyor vs...

Bi gün eski bi arkadaşınızla eski günleri konuşurken "şöyle şöyle demiştin hatırlıyor musun" muhabbeti geçtiğinde hatırlamıyorsan; bil ki sen de farkında olmadan birinin hayatına bi şekilde bi cümle söylemişsindir, pek de farkında olmadan.

Fazla eskiye gitmeyip, son birkaç haftadan örnekler sunucam bu cümlelere dair:


"Adam korkmadan açıklamış ağbi eşcinsel olduğunu, zaten kendine karşı olan korkunu halledersen, diğerleri havacıva bence..."

"Biliyor musun, desen ki sevgilinle ne yaptın sen diye, hiç bişi diyemem. Hep sıradan şeyler; özel bi anım olmadı, hatırlamıyorum yani..."

"Bu adamlar bu şarkıyı yapsa yapsa birbirlerini keselerken yapmışlardır!"

"Duygular çok karışık, ama en azından bişiler hissedebilmek güzel"

"Olmayınca olmuyor hacı işte, düzelir diye bekleyerek birbirimizi daha çok yıprattık aslında."

"Kumarhanedeki insanlar o kadar umutsuz bi haldeler ki görmen lazım ağbi. Zaten umutsuz adam kumar oynar. İyi haber almamış, yakın zamanda alamayacak olan kişi oynar. Mesela kolu çevirirken hep 'şimdi kazanıcam' hissiyatı vardır. Gelmeyecek iyi haberi beklemek gibi bişiydir bu..."


Bu insanlar hep yanımda olsa ne iyi olur lan böyle değ mi? Ben not ederim hep bi yerlere, onlar söylesinler yeter ki...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Üşümek.



Babam "omuzlarının üşüdüğünü hissetmeye başladığın zaman, kış gelmiş demektir. İşte iyi giyin o zaman, ne olacak 2 dakika balkona çıkıcam bişi olmaz deme, iyi giyin!" demişti.

Babam her şeyle ilgili böyle tüyolar verebilseydi ya. "Birisi bi cümle daha söylese sana karşı, kızacaksın; bunu anladın mı hemen terket orayı..." gibi mesela.

Evet, kış geldi iyice galiba. Ankara denen şehirde "içlik" denen nesnenin önemini kavrıyorsunuz mesela. Önceden 'ne saçma, nası rahat ediyor insanlar, biraz kıromsu bi hareket değil mi ki bunu giymek' diye düşünürken, içlik, aralık-ocak aylarında biricik kurtarıcım oluyor.

Bi de bu şehire karbonmonoksit yağıyor gerçekten. Öyle şiirde bi eksantiriklik olsun diye söylenen bi laf değil bu. Bildiğin yağıyor, üstünüz başınız karbon, ciğerleriniz monoksit...

Bi de bere mesela, onu da takmazdım hiç. Ya da garip renkte, desende bişiler varsa geyiğine takardım. Ama şimdi, şapkasız çıkmam ağbi modundayım.

****************

Gereksiz dallara atladığım bi yazı oluyor bu. Bi kendime geleyim, evet...Şunu demek istiyorum kısaca. Babamdan yardım istiyorum. Evet baba bu şehre kış geldi iyice. İçlik ve beremi dolaptan çıkarıp daha el altında bi yere koydum. Atkımla karbonmonoksitinden korunmaya çalışıcam bu şehrin...

Ama mesela,
Ya ruhumda bi kararsızlık varsa, kalbimde bi heyecansızlık, mantığım tüm adımlarıma saçma diyorsa; yada kendimden kaçmak istiyorsam bazen. Ne yapayım? Gözlerim kaçıyorsa bişilerden, diğer gözlerden? Bi gün söylemek üzere sakladığım kelimelerim varsa ağzımın bi köşesine saklanmış, ama arada bir yanlardan taşıyosa bazıları? Kelimelerin törpülenmesi gereken sivri köşeleri olmaya başlamışsa? Ne yapayım?

Mesela birileri varsa etrafımda aksini söyleyen ama ben olimpiyat meşalesi taşıyormuşçasına taşıyorsam kendimi ve kendi 'gerçeğimi', sonrasında üzüleceğimi bilip yine de yapıyorsam bazı şeyleri, bir mükafat alacakmışçasına mağrur isem tüm bunları yaparken, birileri konuşurken çılgınca ben susmayı becerebiliyorsam ama konuşmam gereken yerde hala daha susuyorsam mesela...

Ne yapayım?

Omuzlarım üşümeye başladı baba...