27 Ağustos 2010 Cuma

tuvalet fırçası.



Sabah sabah bu başlık ne böyle demeyin, sabah kalkıp tuvalete girdim ve aklıma geldi, ne var!

Bu aletin adını cümle içinde kaç kere kullandık bilmiyorum, ama her gün elimizin değdiği bi gerçek. Ben lise döneminde bi züccaciyede çalıştığım için, günlük hayatta kullandığım kelime gruplarından biriydi. "teyze tuvalet fırçalarının beyazlarından kalmadı, pazartesi gelicek(aslında gelmicektir)" yada "toptancı nihat abiyi aradım,tuvalet fırçalarını 2,5 milyondan veririm diyor." gibi.

Bunun haricinde ise hayatımda başka biriyle konuşurken her gün dokunduğum bu şeyin bahsinin geçtiğini hatırlamam. İnsan çirkinlikleri konuşmak istemiyor galiba. Kendini kötü hissediyo yada bilemedim. Başbakan da olsan, b.kunun artıklarını o fırçayla temizliyosun arkadaş! ötesi yok bunun. Ama darbe dönemlerinde çalınması yasak şarkılar gibi bi şey bu...

Bizim evde banyo giderinin tıkanmasını hatırlıyorum. Herkes banyoya girip o iğrenç tabloyla(fazla ayrıntı vermiyorum) karşılaşmıştır, ama kimse durumu düzeltmek için adım atmamakta ve o çirkinliği görmezden gelmektedir. Belki o tablonun oluşmasında katkısı olduğunu yadsımak istemektedir. 'Ne ben yapıcam ya, o yapmıştır' diye yakıştıramamaktadır kendine.

Modernlik bu 'nezaket'i getirdi galiba sevgili blog. Hepimiz kendimizi Versay'daki kont ve düşesler gibi mi görmeye çalışıyoruz bilmiyorum ama ulan her gün o tuvalet fırçasına elliyoruz ve bu hayatımıza konu olmuyor, çok garip değil mi?

Ama hepimiz çömelerek/oturarak vücudumuzdaki artıkları dışarı çıkarıyoruz, hatta yüzümüz iğrenç bi hal alarak, kızararak, bozararak yapıyoruz bunu. Sonra da o yaptığımızı tuvalet fırçasıyla temizliyoruz, ohh be!

Bi de hepimizin k.çında kıl var!

17 Ağustos 2010 Salı

Moe'nun Vasiyeti



"The Simpsons" isimli çizgi filmi sevmeyen yok gibi sanırım. Kemal Sunal yada Sezen Aksu gibi bişi bu. Sevmeyen yok arkadaş! Ben de deli gibi severim, televizyonda denk geldiğim zaman illaki koltuğa kaykılıverip izlerim.

Amerikan toplumuna, dine, siyasete zaman zaman çok esaslı eleştiriler getirdiğini düşünürüm The Simpsons'ın.. En sevdiğim karakterler Homer ve babası olmakla beraber, Millhouse da sempati oklarımı çekmektedir..

Efenim, geçen yine Simpsons'ı seyreylemekteydim. Moe'nun(şehirdeki pub'ın/meyhanenin sahibi) etrafında dönen bi hikaye ise beni benden aldı. Dizi bunları arada yapıyor ama büyük ihtimal ben hazırlıksız yakalandım, gözlerim doldu desem inanın, saçmalama len! demeyin. Şöyle ki:


Moe eski zamanlardan birinde bir kadınla tanışır, ilişkileri başlar. Aynı dönemde Moe hırsızlık yaparak altın dolu bir çantayı ele geçirir. Kadınla beraber bi gelecek hayali kurmaktadırlar. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı kadın Moe'yu terkeder.

Bu noktadan sonra beni hislendiren olay vücut buluyor. Moe bu terkedilişten sonra pub'ı kapatır ve içeride kendini alkole verir. Çaldığı altın paraların artık bi anlamı olmadığını düşünür. Pub'taki müzik kutusuna altın paraları birer birer atarak kadınla ikisinin şarkısını çalar haftalar boyunca. Sonra da vasiyetini hazırlar. Öldükten sonra müzik kutusunu açıp paraları almasını ister, vasiyeti bulanların..


Hikaye daha sonra çok daha absürt bi yere kaymakta tabi ki, ama bu altın paralar-kadın- müzik kutusu üçgenindeki hikayeyi büyüterek bi filmin son 30 dakkasını çok vurucu halde de çekebiliriz bence. Dramanın zirvesine varabilir, hatta gayet arabesk bi final yapabiliriz.

Sanırım eldeki malzemenin nası kullanılacağı çok önemli. Simpsons'ın yapımcıları bunu 2-3 dakkalık bi detay olarak görürken bi başkası filmi bunun üstüne çekebilir. Nerden baktığımız ve neyi-nerde kullanacağımız ve istersek vurucu, istersek ayrıntı, istersek temel direk yapabilmek mühimmiş sevgili blog, bunu da öğrenmiş, Moe'yu da daha bi sevmiş olduk...

6 Ağustos 2010 Cuma

N.'nin Otobüsleri




Biliyorum, başlığı görünce bilenlerin aklına "Adem'in Trenleri" filmi gelicek. Ama yok ona benzer bişi anlatmıycam bu sefer.

Sevgili arkadaşım N. ile bir süredir sık sık görüşmekteyiz. Kendisi konuşma arasındaki suskunluk hallerini hiç sevmemekte ve kendi yorumuyla sırf bu anlar olmasın diye saçmasapan konuşmalara imza atabilmekte. Bugün ona Teoman'ın bi ropörtajında okuduğum yorumunu söyledim. "...evime ziyarete gelen insanların sayısı azdır ki ben böyle istiyorum. İnsan eğer yanyanayken konuşmuyor ve böylece saatler geçirebiliyosa gerçek arkadaş demektir." gibi bişiler yazıyodu genel tema olarak. Sanırım bu yorumumla onu düşündürdüm oldukça. Bi yandan da ailevi yapılarımızın ileride dinlediğimiz müziklere etkileri hususunda yaptığı bi yorum da beni düşünmeye sevk etti. Bu tarz muhabbetleri sevdiğimi yazmıştım sevgili blog, zihin açıcı ve samimi..

Diyceksiniz ki otobüs diyodun,noldu yaw? Sevgili N. mütemadiyen yoldan geçen otobüslere laf atmakta. Nası oluyo demeyin. Bu laf atmalar "aa otobüs!" gibi safiyane ve çocuksu tepkiler yada "bak yakışıklı muavinin olduğu otobüs, geçen gene bu otobüsteyim...." gibi hikaye havasına bürünebiliyor. Aman bu muydu otobüs muhabbeti yani demeyin, bu N. bunu sürekli yapıyor. Onla yürürken yoldan geçen otobüsü farketmeniz, içinin doluluğu üzerine tepkiler gösterip, başka bi otobüs muhabbetine bağlamanız işten değil.

Niye bundan bahsediyorsun diyceksin belki de. Efenim insanlar algıda seçici oluyorlar illa ki. Ömrünün her günü otobüste geçen birinin şoför ve muavinleri tanıması son derece doğal. Önemli olan N.nin otobüs görüp mutlu olması ve otobüsü kardeşi, sevdiceğini görmüş gibi adeta selamlamak istemesi; bu çok garip. Kendisi de bunu "küçük şeylerden mutlu oluyorum bak ne güzel!" diyerek açıklıyor. Ama şunu bil ki, küçük şeylerden mutsuz da oluyosun sevgili N.


Velhasıl kelam, esasen birşeylere anlam yüklemeye ben de bayılırım sevgili blog. Ama N. gibi her yerde dile getir(e)mem. Belki bu benim eksikliğim yada belki de çok da gerekli bişi değildir, bilemiyorum. Belki de insan kendine saklamalı bu anlam kattığı şeyleri, çok daha özel olarak kalması için. Tahmin edebiliyorum, otobüs onun için ailesine kavuşmak yada sıkıcı bir akşam geçirmek, evde sıcak bi yemek, okuldaki arkadaşlarını görmek, duraktan eve yürüyeceği yolun yoruculuğu, otobüs kartını kontrol ederken cebinde kaç parası olduğunu düşünmek, parayı vermek için bozuklukları sayarken arkasındakini fazla bekletmekten çekinmek, bi yeri soran amcaya tam tarif edemiyceği için 'bilmiyorum orasını' demek, beklemek, sıkılmak, ayakta kalmak/yer vermek, vs gibi şeyler ifade ediyo olabilir.

Peki benim için? Sanırım benim için belediye otobüsleri pek fazla şey ifade etmiyo. Ancak benim derdim şehirlerarası işleyenlerle. Gitmek ve dönmek fiilinin zamanla şehirler arasında yer değiştirdiğini farkettiğim an otobüsteydim. Artık memleketime doğru yol alırken 'gidiyor', üniversteyi okuduğum bu şehire gelirken ise 'dönüyordum'. Yolda sevdiğim şarkıların değerini daha iyi anlıyor, her bir tarlada çalışanlar için farklı roller biçiyor, akşam evlerinde neler olur acaba diye hayal ediyordum. Jandarmanın yaptığı çevirmelerde insanların tavırlarını süzüyor, muavinlerin senle ilgilenme seviyelerinden kaç senedir bu işi yaptıklarını tahmin edebiliyordum.

Aslında haklısın sevgili N. otobüsler güzeldir. Sen belediye otobüslerinden bahset hep,ben de şehirlerarasılardan, olur mu?

ayrıca bakabilirsiniz: http://ny12da.blogspot.com/2010/08/ann-totemleri.html

4 Ağustos 2010 Çarşamba

belgesel izlemek.



Yer: bekar evi
Zaman: akşam
Yapılan eylem: belgesel izlemek, aynı anda pizza yemek, kola içmek..


- Nası yani köpekler kurttan mı evrilmiş, ama nasıl oluyo da köpekler kurtlardan daha çeşit çeşit türde oluyo?
* Valla bildiğim kadarıyla köpeklerin hormonal olaylarından kaynaklanıyomuş. Öyle bişiler diyodu belgeselde. Kurtun zamanla yerleşik hayata geçen insanlara musallat olması neticesinde, kurt evcilleşmeye ve hani insanların artıklarını vs yemeye başlamış. 20 bin sene önce felan oluyomuş tabi bunlar.
- Evcilleşince mi köpeğe doğru evrilmeye başlamış yani?
* Evet abi, mesela evcilleşmenin göstergesi olarak da hatta, köpeklerin bebeksi/yavrumsu hareketlerini örnek veriyolar. Kulaklarının dikliğini kaybetmesi, kuyruklarını sallamaları, ulumak yerine havlamaları gibi.. Yani insanlar kendilerine tehdit olarak görmek istemediği için öyle görmek istemiş köpekleri gibi düşün..
- Valla ne biliyim evrim bana açıklayıcı gelmiyo, herşey tesadüf olabilir mi ki abi?
* Sen kız arkadaşınla nerde tanıştın abi peki? Anlatmıştın hani. 10 küsür milyon kişinin yaşadığı bi şehirde, ikinizin aynı anda aynı otobüse binmeniz, otobüs sırasında kızın senin önünde olması ve biletinin olmadığını farkettiğinde senin centilmenlikle fazla biletini vermen, bütün yol boyunca yanyana oturup muhabbet etmeniz inanılmaz anlaşmanız vs..
- Ya haklısın tesadüf oluyor da, ne biliyim doğada herşey çok kusursuz gibi, tıkır tıkır çalışıyo mübarek. örneğin insan işte, organizma felan ne kadar 'bütün' gözüküyo.
* Abi, bak mesela kurtlar geceleri görebiliyo acaip, kimi hayvanlar bizim duyamadığımız ses frekanslarını algılayıp tehlikeden kaçıyolar mesela. Yani biz kusursuz yada en üst seviyede değiliz ki...
- .....
* Ohaa lan dişlere bak hayvanın!!
- Seni beni çiğ çiğ yer bunlar aga, gözünün yaşına bakmaz yemin ediyom valla.


gibi bi muhabbet ettiğini düşündüm herhangi bi iki kişinin bu akşam, ben belgesel izlerken..