22 Nisan 2011 Cuma

gülümseme

Senin yanındayken, avuçlarımda,
Suda sabun gibi eriyor zaman..
Ve sanki yağ gibi kayıp gidiyor
Bir balık ellerimin arasından.

Zeki Ömer Defne



KPSS denen 'ucube' sınava çalışırken yüzümde bi gülümseme peyda oldu. Ama normal gülümsemelerden farklıydı ve yıllar önceki bi gülümseme ile aynıydı. Lise yıllarında Edebi Metinler isimli bi derste karşıma çıkmıştı. Çok bıkkın geçen bir günümü bildiğin kurtarmıştı bu dizeler.

Zamanın 'sabun gibi erimesi' benzetmesinden sonra, 'bir balığın ellerimin arasından kayıp gitmesi' ni eklemek; oldukça başarılı bence.

Nasıl yıllar önce gözümün parlamasına ve sol yanağımı geri çekerek hafifçe gülmeme neden olduysa, yine öyle oldu. Gecenin bi vakti ders çalışan bünyeyi yukarıda geçen dizeleri içeren soru kendine getirdi.


Duygular soyut ya, 'tam' ne olduğunu açıklamak için debeleniriz. Ama hiç bi zaman da açıklayamayız. Bazen somuta çok yaklaştığı anlar olduğunu hissediyoruz. Bazı notaların yanyana gelmesi, bazı harflerin birbirini takip etmesi, bazı renklerin birbirine karışması gibi durumlarda.

Bu somuta yaklaşma anlarında bi çoşku oluyo ya insanın içinde, benim dün geceki ve seneler önceki 'aynı' tonda gülümsemem gibi; bu içselleşme anlarında yapılan şeye de sanat diyolar sanırım...

Bazen "...move away" diye bi şarkı mırıldanıyorum, bazen gitarda "mi-do" geçişleri yapıyorum, bazen de gri ve siyahın hakim olduğu resimlere bakıyorum. Hepsi de aşağı yukarı aynı hissi veriyolar. O 'somut'u farklı biçimlerle arıyorum.

Aslında sürekli duyguyu 'tam' olarak yakalayabilme sevdasının peşine düşüp mü ilgileniyoruz bu işlerle, bilemedim...

19 Nisan 2011 Salı

deniz / liman



Böyle bi duvar yazısı gördüm sokakta yürürken, eve geri dönünce bakıcam dedim, neyin nesiymiş vs...

Önce siyasi bişiy zannettim. "Deniz" isminin özellikle seçilebileceğini düşündüm. Liman olmak, muhafazakar taraflara sığınmak gibi bi eleştiri mi yapılmış acaba? Limandan çık ve özgürlük gibi şeyleri rahatlıkla çağrıştırabilecek denize açıl !?

Sonra siyasi noktadan biraz uzaklaştım. Deniz olmak ne demek? Pek çok şey söylenebilir. Ama "deniz mi, hava mı?" diye bişiy sorulsa farklı şeyler anlatırım mesela. Sorumuz özenle seçilmiş ve "deniz yada liman" şeklinde gelmiş...

Liman olmak, beklemek sanırım. Bişiylerin olacağını hissetmek gibi bişiy. Böyle şefkatli bi anne kucağı gibi de biraz... Denizden gelecek ve karada bir cümbüş/panayır havası yaratacak olan oğlunu bekleyen anne. Ne kadar haşarı da olsa oğlu, hep bekler onu sonra da uğurlar.

Denizde olmak, maceracılık, tek olmak, güçlü olmak gibi şeyler hissettiriyo. Ama denizin bizzat kendisi olmak?

Durgun olmak, azgın sularla taşmak, diplerinde bambaşka hayatlar barındırmak, aysbergin görünmeyen yüzünü saklamak. Bence deniz, babadır. Esas niteliği görünen mavi sularından başka şeylerinin de olmasıdır. Ama hava şartları yada toplumsal etmenler diyelim ona, durgunlaştırır ya da dev dalgalar yaratmasını sağlar.

Anne ve baba, oğulları için ortaklaşa hizmet vermekte. Kimi zaman zarar vermekteler ve yarasını da beraber sarmaktalar.


Böyle şeyler düşündüm işte, yolda giderken dün...

Bu arada "deniz misin liman mı?" yazısı da, aslında bi filmin tanıtım sloganı gibi bişeymiş... Benim için filmden daha fazlası tabi.

5 Nisan 2011 Salı

saatli maarif takvimi



Nerden geldi bilmiyorum ama evimizde bi tane takvim var. Hem de böyle yaprakları yırtmacalı olanlardan. Hani üstünde ezan vakitlerinin yazdığı, yemek yada çocuk ismi önerileri bulunanlardan..

Bundan çok zevk aldığımı düşündüm ben şimdi. Yani onları her gün koparmaktan, günün anlam ve önlemi ile ilgili yazılar okumaktan felan.

Bi de zamanı somutlaştıran bi yani var sanki. Her gün bi tane atıyosun, önceki gün tüm anıları ve hissettirdikleriyle elinde kalmış gibi. Çöpe atarken yada yakarken (evet çünkü ben küçükken, babannem bu takvim yapraklarında hadisler felan olduğunu ve çöpe atmam yerine sobaya atmamı öğütlemişti) farklı hisler besliyosun. Hiç koparmak istememek, sinirle yırtmak, çok sıradan bi şekilde hatta üşenerek takvime doğru yürümek vs...

Somutlaştırma derken, işin bu yönü de var işte. Kendinle bi hesaplaşma gibi bişiy oluyo. Ama hayatın da devam ettiğini, bir elinle bugünün yaprağını koparırken, diğer elinle ise gerideki tomarı kavrarken anlıyosun. Bir yandan da, her bir güne değer veriyosun. Takvimin başına kadar yürüyüp o yaprağı koparma eylemi, senin en azından kendinle başbaşa kalıvermeni sağlıyo...

Şimdi bi de mesela, yalnız yaşayan bi insanın evinde bi gün ölüvereceği ve takvimin o yaprağının değişmeden duracağı; ölüm gününün ona bakılarak anlaşılacağı gibi bi senaryo geldi aklıma. Bu bizim "saatli maarif takvimi" baya bi hüzünlü bişiy be!

Merak ettim de doğumgünümde ne yazıyo acaba diye bakasım geldi. Kuzey Rüzgarları'nın başladığı günde doğmuşum ben. Aslında iki tane Kuzey Rüzgarı varmış biri Haziran'da, biri de Aralık'ta esermiş...Güney Rüzgarları gelene kadar yaklaşık 12 gün boyunca esermiş bu rüzgar. Yazın sıcak günleri için bi ferahlama gibi bişiy belki Haziran'daki için. Ama ayrıksı/garip bi durum, yazın esen serin rüzgar! Benim 'göreli dengesiz' halim de bundan kaynaklanıyo olabilir diye bişiy bile uydurdum şu an.

Antik Yunan'da Boreas isimli bi tanrı, Aralık'ta esen "soğuk Kuzey Rüzgarlarının Tanrısı"ymış bizzat. Karın gelişinin habercisi olan tanrı... Ama Oreithyia isimli "sıcak Dağ Rüzgarlarının Tanrıçası" ile evlenmiş.

Dengesizlik mi demiştim ben?