10 Ağustos 2011 Çarşamba

yal(ı)nız.


Bazen iyidir yalnızlık. Kendini dinlersin. Araya başka sesler karışmadan yani. Başka görüntüler, kokular... Olduğun masadan kalkıp, uzaktan masaya bakmak gibi.

Bazen en sevdiğin şeyleri bırakıp gitmek zorunda kalırsın. Nedendir bilinmez... Bilinir de işte, ikna olmakta zorlanırsın.

Bazen de işte bu resimdeki çocuk gibi; arkandaki ışıklı lunaparka inat, kimsesiz bi banka oturup çekirdek çıtlarsın...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

gidişat



Lisede sonuçları yanlış çıkan matematik soruları olurdu. Bi yerinde işlem hatası yapılmış felan... Ama hocalar bütün soruyu çizip, "sıfır" yazmazdı tabi. "Gidişat"tan puan verirlerdi. Sorunun işlem hatası yapılan yerine kadar belli bi değerlendirme yaparlardı.

Hayatın bu döneminde artık bize gidişattan puan veren ailemiz yok. Bi şekilde yatıştıran, rahatlatan, şımartan, "e olsun, çabaladın olmadı napalım? ", "tamam, canın sağolsun", "bi dahakine olur, nolcak" 'çı cümlelerin sonuna geldik. Belli sıfatlar var, etiketler var üzerime almamız gereken (en azından bunun gerektiğini hissettiğimiz)... Etiket varsa var, yoksa yok. Biz bişiy ola"bil"iyorsak, oluyoruz. "Çok yapmak istemiştim ama yapamadım" gibi cümlelere yer yok.

İş,güçten; statüden, sınıftan bahsediyorum tabi. Yoksa sen nesin, hangi sıfata sahipsin nereden bileceksin. Zaten insanın kendini anlaması en zor şey değil mi? Ve bu değil mi, bizi biriyle dertleşmeye ve "yaa, ben şimdi napıcam" sorusuna karşılık; birinden onay almaya ve uygulamaya iten?

Hayat bundan sonra üniversite hocaları gibi bize, CV'nde ne yazıyosa o'sun sen. Sonuca bakıp, doğruysa çakar 100 puanı. Değilse karalar geçer.

Gidişat mı? Bence en önemli şey, yolda olmanın lezzeti... Bişiy olmana gerek var mıdır, daha doğrusu sana birisinin bi "paye" vermesine? Kitabı okurken kaptırmak gibi kendini, vitrinlerin arasında kaybolmak gibi, müzik dinlerken doğaçlama takılmak gibi... Sonucunun ne olacağının, hatta bi "sonuç" olup olmamasının önemi olmadan.

Bir bilet alayım, sadece gidiş lütfen!