30 Eylül 2010 Perşembe

bişi diyim mi?


Bence sen, insanoğlu! Hiç bi yere gidemiyosun biliyo musun? Bişileri anladığını düşünüyosun, ahanda galiba çözdüm hayatın sırrını diyosun, sonra ise ben kimim ki neyin peşindeyim böyle diyosun.

Bence sen, insanoğlu! Neden geldiğini çözmek için dünyaya, bu dünyada neler yapıp kendine bir 'geliş sebebi' yaratabileceğini düşünmüyor, es geçiyosun.

Bence sen, insanoğlu! Bencil olmanın yanında kıskançsın da. Haa ama öyle gerekli bişiy değil bu. Herkes herkesi kıskanıyo sanki. Başkaları dünyanın sırrını çözmüş değil, yada çok popüler insanlar değiller; rockstar olsan peygamber olsan nolur zaten. Yada tamam belki popülerler ama bundan memnun değiller bence. Zaten memnun olduğundan ne kadar emin olabilirsin ki?

Bence sen, insanoğlu! Kıyaslamayla çalışan bi kafan var. Bunu yenemiyosun, üstesinden gelemiyosun. Hep birileri senden daha iyi, daha çalışkan, daha seksi, daha onurlu, daha saçma, daha çirkin, daha geveze vs...

Bence sen, insanoğlu! Gereğinden fazla 'sen' değilsin.

23 Eylül 2010 Perşembe

arasıcak.

Rüya diye diye, sağda solda konuşa konuşa, bloga da yazdıktan sonra; sanırım beyin bu kadar düşünmeye dayanamadı ve rüya gördü sevgili blog. Bu da şartlandırmanın gücünü gösterir elbet.

Ama beklediğimin/umduğumun aksine, saçma rüyalar kapsamında bişiyle karşılaştım. Anlatmaya değer mi bilmiyorum ama şöyle ki:


Yakın zamanda Sunlight Ascending diye bi grup dinlemiştim. Ascending ne demek diye merak etmişim sanırım. Rüyamda anlamına bakıyorum ve Tureng'de anlamı 'hülyalara dalmak' olarak çıkıyor. Fena değilmiş yahu diyorum "Gün Işığının Hülyalara Dalması" eylemi enteresan olabilir gerçekten,edebiymiş, fotojenikmiş vs... Ama meğersem gerçek anlamı 'yükselmek,artmak,çıkmak' gibi şeylermiş, sabah bir hışımla bakınca anladım. Hayır gerçek anlamı da 'hülyalara dalmak' veya yakın bişi olsaydı, o zaman süper bi hoşgeldin demiş olurdu rüyalar alemi bana ama, neyse...

Rüya maceram beynimin aşırı şartlanması sonucu böyle bir patlak verdi, aylar sonra görüğüm rüyanın içeriğinin sadece Tureng'den ibaret olması ise ironik tabi.

Bi de birtakım sevdiğim kişilerin hayatları kötü bi yönde gitse de, bu hafta iyi haberler, olumlu şeylerle dolu oldu benim için. Böyle bildiğin 'otomatik neşe' durumu var geçen haftaya nazaran. İnsanoğlu işte sevgili blog, günü gününü tutmuyor ama işlerin yolunda gitmesi sevindirici benim açımdan, aynı zamanda değer verdiğim insanların kötü günler geçirmesi de o kadar üzücü.

Bi de Tureng değil de en azından ekşisözlük felan görseydim bari rüyada, iyiydi...

21 Eylül 2010 Salı

rüya mı? o da ne?



Bu blogun bi yerlerine uzun zamandır rüya görmediğim ve gördüysem de hatırlamadığım üzerine bişiler yazdım mı bilmiyorum. Mübalağasız 7-8 aydır rüya diye herhangi bişi hatırlamıyorum. Ne biliyim Ankara'ya ilk geldiğim seneki rüya trafiğim oldukça yoğundu ve radarlar, trafik ışıkları ile doluydu hızını yavaşlatmak üzre. Bu birkaç senede bu farklılığın sebebini pek anlayamıyorum.

Biraz bilimsel olarak mevzuuyu araştırmaya çalışayım dedim. Elimdeki ilk veri uykumun çok ağır olmasının getirileri üstüne:


Sandığım aksine uykunun REM safhasından sonra kısa uyanmalar yaşayan insan daha rahat hatırlayabiliyor. Bense bi yattığımı biliyorum bi kalktığımı...

İkinci veri hayatında derin izler bırakacak olayların yaşanmaması durumu:

Yani, eskiden ne kadar derin izler taşıyan şeyler yaşadıysam bugün de aynı şeyler aşağı yukarı. Ki saçma sapan şeyler üzerine rüyalar görmüş olan bi insan olarak, pek de önemli etmen olduğunu düşünmüyorum.

Bi de şöyle bişi var: "Çocukluk çağından itibaren bastırılarak bilinçaltına itilen arzular ve korkular, rüyalar sırasında su yüzüne çıkıyor ve bu gerçeklerle yüzleşiyoruz. Ancak bu rüyaların çoğu uyanınca hatırlanmıyor ve bu nedenle önemi anlaşılmıyor."

Freud Amcam haklı olabilir ama 1 senedir mi çocukluk çağımdan itibaren bastırdığım o arzu ve korkular su yüzüne çıkmakta, buna uymadı diyip geçiyim sanki..

Bi de Crick diye bi amca var. Ters-öğrenme diye bi teorisi var. Dediğine göre rüyaların esas amacı unutmakmış, yani beyindeki gereksiz bilgilerin yok edilmesi için beyin rüya görürmüş. Bi nevi her gece kuru temizleyiciye gidermiş beynimiz...Bu manada hatırlamamanın daha iyi olduğunu söylemekte kendisi.

Durum buysa mutlu oldum. Beyin her sabah daha taze uyanıyor demek ki. Hem de bunu söyleyen Nobel ödüllü bilimadamıymış. Ama henüz bu 'ters-öğrenme' muhabbeti ispatlanamamış.

Sonuç olarak, çok da takmamak gerek sanırım bu rüya görmeme/hatırlamama muhabbetini. Ama bundan 2 sene önce nerdeyse haftada 3-4 gün rüya konusunda boş geçmezken bugün bu halde olmayı garipsiyorum. Belki de çok daha değişik nedenler vardır, ne biliyim. Ama tarihöncesi insanların rüya görüp anlam veremedikleri ve şaşırdıklarını hayal ediyorum da öyle olucam sanırım rüya gördüğüm ve hatırladığım gün..

16 Eylül 2010 Perşembe

"Şurdan İki Kilo Melankoli Tartar Mısın Dayı?"




"Northern Exposure diye bi dizi izliyorum uzun zamandır. Yeni bişi değil 90'ların başında çekilmiş. Biraz Mahallenin Muhtarlarının Alaska'da çekilen versiyonu gibi. Ama içine felsefe, kızılderililik, 'uzakta olma' sosları eklenmiş. Eğlencesi de dramı da kıvamında. Mahallelinin içtenliği hissiyatı ve insan olmanın getirdiği acizlikler, çaresizlikler, eğlenceler, '-mış gibi gösterme'ler hepsi iyi harmanlanmış, tavsiye ederim şiddetle.

3.sezon idi sanırım, edilen bi laf, beni benden aldı yine:
"Life turns on a dime, and somehow, we muddle through."

Hayat denen otomobil birden direksiyonunu sertçe çevirebiliyor, şoför uyuyakalabiliyor, şarampole yuvarlanacakmış duygusu verebiliyor. Lastik patlayıp yolda kalabiliyorsun, acil yardım bazen meşgul çalıyor bazen aradığımız yardımlara ulaşılamıyor. Ama her nedense bi şekilde üstesinden gelebiliyoruz. Son anda frene basıyoruz, sakat/ağır yaralı kalabiliyoruz, otostop çekip yola devam da ediyoruz bazen. Zaten üstesinden gelemediğimiz an, biz yokuz ki. Bi yerde okumuştum/duymuştum:
"Ölümden neden korkayım ki: ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok."

Evet, 'her şeyin üst üste gelme sendromu' neticesinde vardığım kanı bu yönde. Bi şekilde üstesinden gelicez. Gelemediğimiz an, zaten endişelenmemiz için bi neden olmıycak...
"

Bütün bunları aklından geçirirken, yazar uyuyakalır. Gördüğü rüya mıdır gerçek mi bilemez. Manavın önündedir sanki, tezgahlara bakar. Siyah tüller, bez parçaları, karga tüyleri, terlikler, meyveler vs... Hepsi simsiyah. Manava sorar:

- Hissiyat kaldı mı elinde acaba?
* Var tezgah altında bi kaç bişi.
- Şurdan 2 kilo melankoli tartar mısın dayı?
* 3 milyonluk olsa olur mu yeğenim?
......

15 Eylül 2010 Çarşamba

eylülsıkıntısı.


Uzun zamandır bir şey yazmadığımın farkındayım sevgili blog, ama tıkanmış durumdayım biraz galiba. Aklıma gelen pek çok ufak tefek, 'tekil hayat/küçük dünya' anektodlarına gülüp geçiyorum sanki. Halbuki farkındasın ki bunları severim sevgili blog. Arabanın arkasına asılan çocuklar ve pencereler üzerine geviş getirmişliğim vardır.

Çok fazla içine dönünce insan belki de böyle oluyordur. Dışarıdan gelen tetikleyicilerin etkisi azalıyordur, bilemedim.

Tabi başka şeylerle de uğraşıyorum yazmak üzerine, belki de bu yüzden onlara konsantre olmaklığın verdiği bi rahatlık/umursamazlık da olabilir.

Bi de her şey üst üste geliyor ki, sevdiğim insanları kırıyorum ister istemez. Bu durumdan bunalıyorum. Tuttuğum takımın hezimeti ve sabah sabah bütün bunlara ek olarak aldığım kötü haber ve önümde duran tepecik oluşturmuş bulaşıklar. Evet 'her şeyin üst üste gelmesi vakıası'nda güçsüz kalıyorum çoğu kez, beceremiyorum pek sanırım.

Aslında uzaktan bakıp maddeleri önüne koyunca iyi başlaması gereken öğretim sezonu/şehir hayatı hafif buruk böyle kekremsi bir tat bıraktı damağımızda. Şimdilik böyle sevgili blog, alışkın olmadığın bir yazıyı bırakıyorum sana, sen de kusra bakma...