9 Şubat 2011 Çarşamba

başı - sonu



başında ya da ortasında değil de, sonundadır hep bişeylerin anlamı.

yani güzel bi meyve yiyip bitirken sonra daha fazla istemek, yada "ne güzeldi be!" demek gibi.

aslında herhangi bişiyin sonunda nasıl hissediyosan, imgelerinde ne canlanıyosa, başını ve ortalarını yaşadığın şeye "sonuna göre" anlam katıyosun. Sabit bir nokta koyup, o "değişmeyecek" noktadan bakıyosun aslında bütün sürece. Değişmeyecek yada değişmesi senin duygularına değil somut olaylara bağlı olan o noktayı bulmak, acı verici de nötrleştirici de olabilir. bu hayatın akışına ve şansına ve tesadüflerine, her neyse, kalmış.

"severek ayrılanlar" modundaki bi ilişkinin bitiş noktasının başı ve ortasına bakışının, "görmeyelim birbirimizi" tadındaki noktadan daha huzurlu, barışçıl, ılımlı olması gibi.


Çok teorik konuşuyo gibi mi oldum ki, bilmiyorum. Ama her şeyin çıkış noktası şuydu aslında:

Eski mahallemizde komşu bi kız çocuğu vardı. Benden küçüktü, ben de işte lisedeydim. Haftada en az 2 kez akşamları gelir, yarım saat yada bir saat otururdu. Muhabbet ederdik, çay içerdik. Ama bahanesi ödevlerini yapmamda yardımcı olmasını istemesiydi. Bazen daha önce yapmış olduğumuz ödevleri silip tekrar getirirdi. Buna bi anlam veremez, bazen de akşamları onla ilgilenmek "zorunda" bırakıldığım için sinir olurdum.

Ama şimdi bitiş noktasından, yani o ortaokuldaki kızın anne ve babasının 2 sene önce boşanmış olduğu haberini aldığımdan, sonra hikaye farklı gözükmekte.

Evdeki gürültü onu korkuturdu belki kimbilir. Bi ağbisi vardı, o da bağırıp çağırırdı. Ağbisinin yerine beni koyardı belki. Aile o kadar gergin akşamlar yaşardı ki kimse kızın dersleriyle ilgilenmez, hatta kız 'ödevim var' demeye bile çekinirdi.

Bitiş noktalarını hikayeyi güzelleştirmek için güzel tutmaya 'zor'lamalı mıyız, bu soruya ise cevap vermek zor...

1 yorum: